29 Haziran 2009 Pazartesi

Şans'ımız yokmuş hiç

Bundan 6 ay önce, yılbaşının hemen sonrasında bir pazar günü tanışmıştık onunla... Ve yine her zamanki terkedilme hikayesiydi. Barınaktaki diğer onlarcası gibi sıradan, onun için ise hayatının en hüzünlü hikayesi... Alışıldık terkedilme seslerine karışan son hız uzaklaşan bir lüks otomobil sesi...

Ben o gün mutlu dakikalar için oradaydım oysa. "Tere" miz tekerlekli ayaklarıyla koşmaya başlamıştı. O tekerlekten ayaklarıyla koşarken ben de çocuğunun arkasından telaşla koşan anne gibi "Tere yavaaaaş" diye bağırıp duruyordum. O da inatçı çocuk edasıyla daha hızlı koşuyordu. Devrilmesinden korkuyordum ama o tekerlekler bacaklarıymış gibi koşuyordu. Ondan sonra da hiç devrilmedi Tere... (Üstelik koştukça arka ayakları güçlendi. Hiç bir zaman hissetmedi yeniden ama o koşma coşkusu onu hayata döndürdü... Öyle ki bir gün barınağa gelen yaşlı bir Alman çiftin ilgisini çekecek kadar neşeliydi. O günden sonra onların "Tere"si oldu "Tere"miz...)

"Tere"yi izlerken içeri büyükçe bir köpek alındığını gördüm. Belli ki yürüyemeyecek durumdaydı. Kontrollerin ardından sağ tarafının felç olduğunu öğrendik. Felçliler bölümüne alındı.Başına ne geldiğini bilmiyorduk ama tir tir titriyordu.Kapı sesinden, onu sevmek için eğilen gönüllüden, dışarıdan gelen seslerden,... Herşeyden korkuyordu. Ondan sonraki günlerde her kapı sesinde kafasını yattığı yerden kaldırmaya başladı. Belli ki birilerini bekliyordu. Kapıdan giren belirli kişilerdi zaten. Kapıdan gireni görünce kafasını tekrar koyuyordu sağlıklı patisinin üstüne...

Sevgili Ebru ile zorla yemek yedirdik. Bazen öyle bir hale geliyorduk ki birimiz ağzını açıyor diğerimiz kuş gibi ağzına yemek atıyordu. Tere bizim için bir umut olmuştu. Belki onun da şansı döner diye düşünmüştük. Adını "Şans" koyduk. Ama o hiç bizim kadar umutlanmadı. Daha çabuk kavradı sanırım hayatının artık sağlam 2 ayağı üstünde bir barınakta geçeceğini... Bizim kabullenemediklerimizi onlar daha çabuk kabulleniyorlar. Şans da öyle yaptı.

Ve bir gün kapı açıldığında kafasını kaldırıp bakmayı kesti. Sonra da kansere yakalandı. Yemek yemeyi bıraktı... Artık zayıf düşmeye başlayan vücuduna sadece ilaçlar ve serum giriyordu... O zayıfladıkça tahta vücuduna batmasın diye yatağının içindeki pamukları silikonlarla destekledik. Ne Ebru' nun fizik lab. hikayeleri ile ilgilendi, ne de benim bunu yemezsenle başlayan cümlelerimle... Bazen sürekli inlediğini duyardık. Neresinin ağrıdığını bilemediğimiz inleyen, gözleri hiç kurumayan, kocaman patileri avcuma sığmayan, kocaman bir "Şans"tı o.

Bugün Şans nasıl olduğunu anlamadığımız şekilde bir başka köpeğin saldırısına uğradı. Hayvan hastanesinin çabaları sonuç vermedi ve onu kaybettik. Ben gittiğimde gözlerini kapatmıştı ama avcuma aldığım kocaman patileri hala sıcacıktı... Aslında o yaşamayı çoktan bırakmıştı ama biz Şans'ın da Tere gibi olmasını istemiştik. Yapamadık. Şans bazıları gibi terkedilmeyi kaldıramadı...

Bugün Şans'a kocaman birer son öpücük verdik Ebru ile...Hala sıcacıkken. Artık bizimle değil.

Çok sevdiğim bir karma gurusu der ki; "Care what you send to universe. What you give will be what you'll get."

Onu terkederek vicdanını rahatlatan o kişinin verdiklerini almasını umuyorum...

1 yorum:

  1. Canım Cadı'm ne kadar duygusal ve kırılgan olduğunu bazen unutuveriyorum. Tam da böyle zamanlarda, bunu kafama kafama vuracak bir yazı yazıveriyorsun. Ne desem boş, ama lütfen kendine iyi davran, kayıp bir ama sen daha onlarcasına hayat verilmesini sağladın. Tamam kabul bu teselli olmamalı ama arada bunu da düşünmeye çalış. Seni sevgiyle kucaklıyorum.

    YanıtlaSil