17 Ekim 2010 Pazar

Yürüyüş Hikayesi: Şeytan İnsanlığın İçinde

Bazen hayatta hepimizin bir misyonu olduğuna çok kaptırıyorum kendimi. Dünyadaki kötülerin bile bir misyonu varken... Ben bütün insanları sevmiyorum, sevemiyorum hümanist falan değilim. İnsanların değişeceklerine, bir gün tüm kötülerin doğru yolu bulacaklarına falan da inanmıyorum. Hümanistlikle hiç ilgim yok. Çok fazla insan tarafından iyi niyet gördüğümde hayatımın safsatayla dolmaya başladığını düşünüp, şöyle bir silkeliyorum hayatımı.

Hayatta 3 şeyle ilgili misyonum var: - masumları ve savunmasızları elimden geldiğince korumaya alabilmek... Benim için masumluğun ve savunmasızlığın 3 türü var: yaşlılar, çocuklar ve insanlar dışındaki canlılar. Diğerlerinin kendi başlarının çaresine bakmaları gerektiğine inanıyorum. - istisnalar elbette oluyorlar.

Bir süredir 5199'un değişmesi için başlayan çaba, İzmir'deki sapığın bir zavallı ve yaşlı tekiri şeytanca öldürmesiyle ateşlendi. Şeytanı boşuna başka yerlerde aramayın, şeytan insanlığın içinde...


Bir kere izleyebildim o kara görüntüleri, bir daha bakamadım. O kadar cesur değilim! Biliyorum ki, soğumaya başlayan havadan sığındı o kutuya. Uyuyacaktı bir kaç saat ve sabah sahibi gelince yeni bir gün başlayacaktı. Karnının yeniden doymasına az kalmıştı. Kutusuna girdi yattı. Bilemezdi ki,o son gecesiydi. Birazdan tekmelerle havaya sıçrayacaktı. Canı yanacaktı. Kafası bir insanın topuklarıyla ezilecekti. Kanı kaldırımı ıslatacaktı ve bir daha uyanmayacaktı.

Sanmayın ki o tekir, bu şekilde katledilen ilk sokak hayvanı. Böyle sananların Alice'in harikalar diyarından çıkmaları lazım. Çıkıp bu ülkedeki barınak gerçeklerine bir göz atmaları lazım. Tecavüze uğrayanlar, sahibi tarafından darp edilenler, sokağa atılanlar, kapının önüne bir daha gelmesin diye üstüne kaynar su dökülenler, uyuz oldu diye yakılanlar,... Onun ölümü kameraya yansıdı diye bu kadar tanındı, bilindi. Onun gibi katledilenlerin sesi oldu, kemiğe bürünmüş hali oldu.

Bir kere gördüm o kara görüntüleri ama aklımda defalarca oynadı istemediğim halde. Hepsi sokaktan gelen 3 kedime ne zaman baksam o görüntü başa sarıyor bir haftadır. En çok da onun gibi bir tam tekir olan Azis'e ne zaman baksam... Birinin ona tekme attığını değil, kötü niyetle baktığını bile düşününce içimden bir seri katil fırlayacakmış gibi hissediyorum, nefeslerim hızlanıyor.

İçimdeki duygunun tarifi yok: sinir, kızgınlık, üzüntü, öfke,... Henüz anne değilim ama bir anne bebeği için ne hissederse, onu hissediyorum üçü için de. Anne olmak için doğurmanın gerekliliğine inanmıyorum. Ne doğuranlar gördük... Bu yüzdendir ki; bu olaylarda en fazla tepkiyi annelerin vermesi gerektiğine inanıyorum. Gelecekte kendi çocuğumun böylesi sapıklarla değil arkadaş olmasını, aynı kaldırımda bile yürümesini kaldıramam.

Oysa ben de bilirdim bütün gün sıcak evimde popomu yayıp, pijamalarımla TV karşısında yayılmayı. Üstelik sevgilim 40 yılda bir cumartesi çalışmazken. Kedilerimle sıcak sıcak yatıp yuvarlanmayı. Kızlarla bilmemne cafede alışveriş sonrası dedikodu yapmayı... Ama bugün önemliydi orada olmak, oldum da!



Bugün saat 15:00 te Gezi Parkı'ndaydık. Nedense ilk bakışta hiç "sadece insan" yoktu. Hani hayvan sevmeyen ama bunun bir adım ötesinin çocuğa yöneleceğinin farkında olanlardan. Çok az çocukla gelen anne vardı. 2-3 bilemedim 5. Ama 10 değildi. bugün yürüyenlerin hepsi hayvanseverdi. Bir tane de "ben hayvan sevmem ama çocuğumun sapıklarla büyümesini de istemem" diyen yoktu. Bir gün son hayvansever bu dünyadan göçtüğünde, bu dünya yaşanmaz bir hal alacak.  Meydan sapıklara ve iş işten geçince veryansın edecek annelere kalacak. Gerçek mahşer o zaman başlayacak.

15:30 da pankartlarla, resimlerle ve sloganlarla alkışlarla çıktık İstiklal yürüyüşüne. Beyoğlu taksicileri önce yol tıkandı diye çaldıklarını düşündüğümüz uzun kornalar çaldılar. Sonradan anladık ki, destek veriyorlardı. Gezi Parkı'nda dağınık durdukları için, az görünen kalabalık uzunca bir kuyruk oluşturduğunda ve kalabalığın başı ve sonu farklı sloganlar attığında anladık ki aslında çokuz! Bu akşam öğrendim bin kişiden fazla olduğumuzu. Hava güzeldi şansımıza ve bu yürüyüşte de 4 ayaklı dostlarımız bizi yalnız bırakmadılar.  UPS işçilerinin alkışlı destek jestini, "UPS işçisi yalnız değildir" diyerek karşıladık.

Etraftan çok acaip tepkiler gelmedi. Beklemiştik oysa, "çocuğa tecavüz ediliyor kedi-köpek mi kaldı"cılardan tepki. Kimbilir belki de bu kadar kalabalık olmamızdan ürktüler. Bir yaşlı kadın hepimize tek tek bela okudu. Onun da akıl sağlığına verdik.

Alkışlayanlar da oldu, algılayamayanlar da. Sevgilisinin elinden tutmuş yürüyen gencin "kedi öldü diye bu kadar kişi mi yürür ya" diye sırıtmasını bir Gülay Abla gençliğine verdi, ben mallığına verdim şahsen. Açıklamanın ardından da dağıldık.

Biliyoruz ki son olmayacak insanın insana kıydığı bu ülkede bu canlara kıyım... Ama bir cezası olacak. Sapık yakalandığı gün 30 TL ile serbest kalmayacak. Canın bedeli para ile ödenmeyecek. Yapma isteği duyanın bile eli gitmeyecek.

Ama bunlar olmazsa sevgili anneler, çocuklarınızı her yerde daha da korumak zorunda kalacaksınız. Ve özellikle bugün işi olmadığı halde gelmeyenler, tecavüz ve şiddet sizi bulduğunda herşey için çok geç olacak!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder