30 Ağustos 2010 Pazartesi

Possession - Saplantı

Possession, Türkçe "Saplantı" olarak çevrilmiş 2009 yapımı bir film. "Buffy The Vampire Slayer" sonrası genelde gerilim filmlerinde gördüğümüz Sarah Michelle Gellar başrolde.



"E daha neler" dedirten bir kaza sonrası evli bir çiftin hayatı tamamen değişir. Saplantılı bir aşk, bir kadının hayatını bir anda değiştirip, cehenneme dönüştürür.


Olayların başlangıcından itibaren her ayrıntısını tahmin ettiğim bu filmi yazan senaristlerin kafasının güzel olduğunu veya sıkılıp,filmi geyiğine çektiklerini düşünüyorum. Ne yazık ki gerilim filmleri kategorisinde 5 para etmez bir filmden fazlası diyemeyiz.

Sevgiler.

25 Ağustos 2010 Çarşamba

Onlar Cennette, Biz Cehennemde

Önce oğlumuz gitti "cennet" gibi olduğuna inanmak istediğimiz bir yere...

Sonra 2 gün önce bir gece bir iş arkadaşımın 17 yaşındaki güzel köpeği, can dostu Tony gitti oraya. Telefonda acıyla ağlayan birine hayvan mezarlığı tarif etmek bu dünyanın en kötü konuşması :(


Dün, akşam üstü sevgili arkadaşım Bade'nin güzel kedisi Ponpon şeker komasına girdi. Tam şekeri düştü dediğimiz anda tekrar 400'e fırladı ve ne yazık ki, onu da gönderdik orası her neresiyse :( Bade de, her dostunu kaybeden safkan insan gibi yatıp bir daha kalkmamak istedi.

Bade'nin facebook güncellemesi onlarca yorum aldı, o kadar doğruydu ki :( "

bi kedinin gelişiyle size getirdiklerini, anca giderken actıgı boslugu gorunce anlarsınız....

Bugün, aylardır belki de her günü "ne yapabiliriz"lerle geçirdiğimiz, birbirini hiç tanımayan 1427 kişiyi birbirine kenetleyen Paşa'mız sonsuz  bir huzura gitti. Biz buna inanmak istiyoruz. Bugün 1427 kişinin hepsi benzer saatlerde, gözyaşları döktü nerede olduklarına aldırmadan... Çoğumuz ofislerdeydik. Ve evet ben de koptum bir süreliğine. Gözlerimin ucunda tuttuğum yaşlar, sevgilimin içine doğmuş gibi "napıyosun" mesajıyla iniverdi gözlerimden yanaklarıma.

Tüm kemikleri derisine yapışmış, açlıktan ve susuzluktan anemik hale geldiğinde bulunmuştu. Pek çok sorunu vardı sadece birileri 2 gram suyu çok gördüğünden...

Aylar sürdü hastalıklarının teşhisi... İşte bu arada İlknur, onu bulan ona bu kadar süre hayat veren kadın, hepimizi birbirimize kenetledi. Sürekli birbirini yiyen hayvansever camiasına inat, herkes Paşam için çalıştı. Yurtdışında yaşayan Türk biyologlar bile girdi işin içine. Binlerce kişi hepimiz tüm tahlil sonuçlarının çıktılarını götürdük veterinerlerimize. Serumları, ilaçları, maması, kemiği, ... Kim elinden ne geldiyse onu yaptı.

En çok da İlknur, o koca oğlana annelik yaptı tam anlamıyla. Onun için direndi, dayandı, tüm olumsuzluklara kulaklarını tıkadı. Antalya'nın sıcakları basınca çadırı bile oldu oğlumuzun. Ve işte bir gece acı çekmeden melek oldu kocaman Paşamız. Tosun oğlum gibi, bir kere bile oyun oynayamadan, koşturamadan gitti "cennet"ine.

Bir sokak hayvanına çarpıp kaçanlar... Onlara bir gram yemeği, bir kaç yudum suyu çok görenler... Şimdi mutlu olabilirsiniz. Bizim acımız, sizin mutluluğunuz...

24 Ağustos 2010 Salı

Hello Kitty delileri dikkat dikkat!

Eğer Hello Kitty delisi bir arkadaşınız varsa ve doğum günü yaklaşıyorsa, işte size bir kaç hediye önerisi:

* Iphone sticker - Hello Kitty


** Oysho'dan Hello Kitty pijama ve terlik takımlar alabilirsiniz.  Rengarenk, çeşit çeşit Hello Kitty'ler bekliyor.

Ve bir de Nike ve Onitsuka'nın Hello Kitty serileri :)

22 Ağustos 2010 Pazar

Aşk mı önce gelir, kariyer mi?

Canım anneannem, sıkça tavsiyelerde bulunur. "Dışarıda dikkat et","Herkesle konuşma", "Gece yalnız dönme" gibi... Ama en büyük öğüdü:  " Kızım, sakın işini bırakma. Koca her zaman bulunur. Önce okul, sonra iş, en son koca. Bu sırayı şaşarsan sadece kocaya kalıverirsin, hayatın zindan olur" der.

Bu yüzden olsa gerek, henüz okulunu bitirmeden koca kısmını tamamlama girişimi olan 2 kuzenime de her defasında esaslı laflar sokar. Ben de hep bu yolu izledim.

Geçenlerde en yakın arkadaşımla buluştuk. Sevgilisinden yeni ayrılmıştı. Dert etmemesini istediğimden "aman canım ya, daha önümüzde çok uzun zaman var kartlaşmaya. Üzülme, doğru adam gelecek hayatına" dedim. Ablasından açıldı konu. Ablası dünyanın en şeker kadınlarından biridir. Hırslıdır, tuttuğunu koparır. Çok hatrı sayılır bir markada, hatrı sayılır bir kariyere sahip. Torpilsiz, kendi tırnaklarıyla kazıya kazıya basamakları tırmandı.

Ama özel hayatında hayatını paylaşabileceği, birlikte gelecek planlayabileceği kimsesi yok. Başarı basamaklarını tırmandıkça yalnızlığı artıyor. Çünkü onunla birlikte işe başlayanlardan çok farklı bir yerde artık. Kimse yanaşamıyor şu mevki meselesi yüzünden. Malum erkekler bunu çok dert eder. Kendisinden üstteki erkekler ise, çoktan evlenmiş barklanmış veya bu yaşa kadar evlenmediğine göre "kesin kusurlu"lardan. Kariyeri muhteşem ama aşktan gün geçtikçe uzaklaştığını hissediyormuş.

Şu anneannem bir gelsin soracağım ona ben :) Yanlış yönlendirmiş bizi :)) Öyle mi acaba?

p.s.: bu konuda salak olduğumu düşünen çok arkadaşım var. Ama çabuk aşık olamayan biriyseniz benim gibi, aşkı bulduysam kaçırmam. Kariyer benim için hayatımı kazandığım bir araç. İlla ki tuttururum onu,aşkı tutturmak daha önemli gelir bana, gerçekten değen biri varsa...

18 Ağustos 2010 Çarşamba

Mutlu Yıllar Cadım :)

Bugün hayatıma giren en şeker cadının, blog dünyasının taze kanı Hayat Cadısı'nın doğum günü...  Tam olarak 3 ay 18 gündür yedi bitirdi bizi, ofisi doğum günü hatırlatmasıyla. Hepimiz kabuslarımızda doğum gününü unuttuğumuzu görür olmuştuk.


8 aydır tanıyorum onu ama hani olur ya, bir hayat boyu tanıyormuş gibi olursun bir anda. Hani sadece göz göze gelince bile anlarsın ya hin kafasından neler geçiyor karşındakinin... İşte tam olarak öyle bu kız benim için. Ruh eşim gibi, ikizim gibi resmen. Tamam bütün boy, pos, eda ona gitmiş olabilir :)

İşte bir anda çok şeyim oluverdi benim. En büyük sırdaşım, dert ortağım, alışveriş canavarım, moda tutkunum, fikir insanım, parti kızım, kardeşim, ...

Bu hayata hoşgelmiş, iyi ki de gelmiş de hayatıma renk getirmiş! Çok seviyorum seni pis cadı :)

p.s: Yeni yaşında Hello Kittyler götürsün seni inşallah :D

17 Ağustos 2010 Salı

İşte orası!

11 yıl mı oldu? Daha dün gibi. Ve sanki hiç olmamış gibi. TT'nin blogunda Sets'in yazısını okuyunca canlanıverdiler bende de.



Isparta'daydım. Tatilden dönmüştük ve ben eve gireli sadece 1 saat olmuştu. Ağabeyim ise İstanbul'daydı. Her zamanki gibi uyuyamadım yine. Biraz takıldım öylece. Yattım sonra. Uyuyakalmak denen o ince çizgide hayal meyal gecenin bir vakti telefonun deliler gibi çaldığını hatırlıyorum.

Ayılamadım, yan odada uyuyan anneme seslendim: "anneee, telefon". Ama annem uyku sersemi sanırım ayılamadı. Yataktan kalkarken, kafamda semsert bir acı hissettim. Bir sızlamaydı ve şişmeye başladığını farkettim. Çalışma masama çarpmıştım kafamı.

Koşarak telefona gittim. Ağabeyimdi. Daha ne olduğunu anlayamadan:

"abicim, iyi dinle. deprem oldu burda. şiddetliydi. ben iyiyim. yardım için hastaneden aradılar gidiyorum. ulaşamazsanız merak etmeyin." dedi ve kapattı. Sonraki 7 gün için bir daha sesini duyamadık.

O andan itibaren de tüm iletişim hatları kapandı bir anda. Televizyonlar bile sabaha kadar doğru düzgün yayın yapamadılar. Sabaha doğru TRTydi sanırım helikopter görüntüleri vermeye başladı. O saate kadar İstanbul sandığımız deprem merkezinin İzmit - Gölcük olduğunu öğrenince kalplerimiz sıkıştı. Gerçekten de "ateş düştüğü yeri yakar" ne demek o an anladım.

Teyzem, eniştem ve 2 kuzenim Gölcük'te yaşıyordu. Ve hiç bir şekilde haber alamıyorduk. Tanrı'm ulaşamamanın verdiği acıyı ve çaresizliği hiç o kadar derinden hissetmemiştim o güne dek. O an sanırım sadece seslerini duymak için elimizden ne gelse verirdik. Öldüler mi, iyiler mi, enkaz altındalar mı? Saniyeler içinde insanın aklından onlarca şeyin kayıp gitmesi ve hiçbirinin cevabını verememesi çok fenaydı.

İki dayım birden, farklı şehirlerden yola çıkmış ancak ne yazık ki oluşan araç kuyruğu yüzünden çok zaman kaybetmişlerdi. Annemi ve kendimi mutfaktaki televizyonun başında, helikopter görüntülerinden teyzemlerin evini görmeye çalışırken hatırlıyorum. Delirmiştik sanki. Gölcük tanınmaz haldeydi. Ve bir anda annemin çığlığı yankılandı evin içinde... "İşte orası!" Aynı anda gözlerinden akan onlarca yaşın mutluluktan mı yoksa üzüntüden mi olduğunu anlayamadım hiç bir zaman.

Evleri sağlamdı, sapasağlam. Ama etrafındaki ve çevresindeki onlarca apartman yıkılmıştı. Bir o ayaktaydı. Böyle bir durumda insanın Tanrı'ya şükrederken, tam olarak ne için şükrettiğinden bile emin olamaması midenin tam ortasına oturup kalıyor.  Ev sağlamdı. Yine de emin olamıyordu insan. Tekrar,tekrar bakıyorduk görüntülere. Evet orasıydı işte. Ama insan beyni çok ilginç. Mutlaka bir şüphe insanın kalbinin ortasına çörekleniveriyor. Büyük kuzenim gece o saatlerde genelde arkadaşlarıyla olurdu. Ya evde değilse? İşte yine başa döndük bile!

Ve ardından gelen yağmalama, açlık görüntülerine ek sürekli artan ölü sayısı... Kimseye ulaşamıyor olmak!

Sanıyorum 3. günün sonundaydı. Dayım aradı. Kısacık bir görüşmeydi yine. "Teyzenleri bulduk. Herkes sağlıklı. Ağabeyin de burda. Birazdan hep birlikte oraya doğru yola çıkıyoruz."

Sanırım hayatım boyunca aldığım en güzel haberlerden biriydi. Mutluluktan ağlayabilen biri değilim ama gözlerimden akan yaşların ne kadar çok olduğunu şimdi bile hatırlayabiliyorum.

Yine araç kuyruğuyla geçen 2 günün ardından teyzemi, eniştemi ve iki kuzenimi karşımda gördüğüm anı hatırlıyorum. Bitkinlerdi. Uykusuzlardı. Çok şey anlatmak istiyor ancak konuşamıyorlardı. Her birinin yüzünden yaşadıklarını anlamak hem mümkündü, hem değildi.


Ağabeyim ilk gün Cerrahpaşa'ya gelen yaralılara yardım etmiş, akşamına da Gölcük'e giden sağlık ekipleriyle yola çıkmıştı. Gidip teyzemleri bulmuş, onları güvenli bir yere almış, kontrollerini yapmış ve tekrar enkazdan çıkarılanlara yardım etmek için sahra hastanesinin yolunu tutmuştu. Ve gelmemişti. Teyzemleri dayımlarla göndermiş, kendisi yine yardım etmek için kalmıştı. Sadece dayıma iyi olduğunu, çok yardıma ihtiyaç olduğunu, merak etmememizi sıkı sıkı tembihlemişti.

Kuzenim Cem için ise en zoruydu olanlar. Bebekliğinden 1 gece öncesine dek hayatının her gününü birlikte geçirdiği kankasının ölüsünü çıkarmıştı karşıda yerle bir olan apartmanın enkazından. O yüzden aldığı her 3 nefesin biri derindendi. Onlarca arkadaşlarını, komşularını kaybetmişlerdi. Söylenecek tek bir sözün kalmadığı bir yerdeydik. Zamanla geçecekti, unutulacaktı.

Öyle de oldu. Herkes hayatına devam etti. Evlerine döndüler aylar sonra. Herşeyin bittiği yerde yeniden başladılar hayatlarına. İnsanız, devam etmeyi öğreniyor çabucak bedenlerimiz. Ve akıllarımız da ona uyuveriyor. Unutuyoruz hemen. Yaşadıklarımızın ardından verilen sözleri unuttuğumuz gibi...

15 Ağustos 2010 Pazar

hastayım...

Ahh ah, nasıl hastayım! Hepsi bu ayarı kaçmış klimaların ve yanımda oturan Yelda'nın suçu :)

Fena şekilde nezle (veya grip hangisiyse işte) ve boğaz enfeksiyonu geçiriyorum. Zaten sıcak! Zaten daha tatil yüzü göremedim.

Burnum bir akıyor, bir tıkanıyor, boğazdan gelen hırıltılı bir öksürük yüzünden 18 yıl sonra öksürük şurubuna yeniden selam vermek zorunda kaldım. Galonlarla ilaç içiyorum. 2 günde en az 10 bölüm dizi, 3 tane de film izledim. Uyumak dışında tabii!

Bu arada sevgilim hasta değilmişim gibi davranarak psikolojik baskı yaratmaya çalıştı, yemedim.

Neyse iştah problemim yok. Ne bulduysam götürüyorum hala süpürge gibi :)

12 Ağustos 2010 Perşembe

Keşke

Hayatımda hiç "keşke" demedim. Hiç bitip gitmiş bir şey için "öyle olmasaydı" da demedim. Tek bir şey hariç: Babamı kaybedişim...

Keşke biraz daha zamanımız olsaydı. Erkenden gitmemiş olsaydı hayattan daha birlikte bisiklet turu atacağımız çok yol vardı. Kocaman eşek kadar olsam da, daha koşup boynuna sarılacağım çok anlarımız olacaktı. Kutlayacaklarımız olacaktı ardı ardına belki de... Daha çok küsecektim ona, beni yeterince öpmeden işe gitti diye... Daha çok yaz tatilimiz olacaktı kurbağalama yüzmeye çalışmalarıma kahkahalarla güldüğü... Daha geleceğinden korktuğu "sevdiğim adamdan deliler gibi kıskanacağı günlerimiz" gelmemişti bile...

Keşke daha fazla sarılabilseydim ona, daha çok koklayabilseydim. Şimdi nasıl koktuğunu hatırlayamamak burnumu bu kadar sızlatmazdı belki de.

Keşke daha doya doya baksaydım ona uyumadan önce... Şimdi belki de, yüzünü hatırlamak için eskiyen fotoğraflarımıza bakmak zorunda kalmazdım. O fotoğrafların eskimesi bile canımı bu kadar yakmazdı o zaman belki. Artık yavaş yavaş silinen anılarımızda silik bir yüzden daha öte olurdu.

Keşke onu ne kadar sevdiğimi daha çok, daha sık söyleseydim. Kimbilir, belki de 15 yıl rağmen daha az yanardı canım...

8 Ağustos 2010 Pazar

34 beden bir terrierin hikayesi

Hani insanların insanlığının kalmadığı nokta vardır ya, "yuh" dersin, "çüş" dersin, ağız dolusu küfredersin de yine de tatmin olmazsın. İşte bu hikaye sonu güzel bitse de, acıklı bir miniciğin, bir 34 beden terrierin hikayesi...

Gerçekten de sıfır beden terrierler var bu arada, uydurmadım. Minicik kedi kadarlar.
 
Hayvanları kurtaran ve onları yuvalandıran 2 güzel insan bir gün tam köpekleriyle yürüyüşe çıkarlar ki, önlerine ağlayan bir sıfır beden terrier gelir. Sahibinin etrafta olduğunu düşünür,bir iki aramadan sonra kapısının önünde bir köpek yatağı olan evin kapısını çalarlar. Kapıya çıkan kadın gerçekten de köpekçiğin sahibidir. Köpekçik, gözlerinden yaşlar gelircesine ağlar kadını görünce.Üstelik 1 aylıkken almıştır onu ve dile kolay tam 14 sene geçirmişlerdir birlikte.Ve işte bir gün gelmiş, köpekçik kapı önüne konmuştur bile. Neden? Çünkü evlenmiştir ve evlendiği adam köpekçiği istememiştir. Hop kapıya!

Biz safkan insanlar için bu tür bir olay muhtemel bile değildir. Çünkü birini seviyorsan onu ailesiyle, çocuğuyla, evdeki evcil hayvanıyla severiz. Ve daha da önemlisi, hayatımızın 14 yıl değil, 14 gününü geçirdiğimiz bir canlıyı sevemeyeni zaten sevemeyiz.

İşte bu güdüyle o güzel 2 safkan insan, kadına çıkışırlar. "Çocuğun olsa onu da mı kapıya atacaktın?" derler. Aldıkları cevap"yuh, çüş" gibi ünlemlerin ifadesiz kalabildiği bir durumdur. "Çocuğumu da istemior, o yüzden halasına göndereceğim."


Artık yorum yapamıyorum, ağzında sadece 2 çürük dişi kalmış, sokakta yaşaması mümkün olmayan bir sıfır beden terrieri sokağa elbette atar çocuğundan vazgeçen kadın. Hala şoktayım, şoktayız.


Çok şükür ki, bu mini mini 34 beden terriere harika bir anne bulundu. Hikayesini buradan detaylıca öğrenebilirsiniz, ona yuvasını açan 2 harika insanı buradan görebilirsiniz. Mini mini son yıllarını huzur içinde ve mutlu geçirecek.